ALBERT EINSTEIN
Dr. H.E. Fosdick ülkenin önde gelen bilim
adamlarına mektuplar yazarak, bilim tarihinin en büyük ondört ismini
bildirmelerini istedi. Gelen listeler değişikti. Çoğunda; Arşimed,
Öklit, Galileo ve Nevvton vardı. Fakat her listede Albert Einstein'in
ismi mutlaka vardı.
1879 yılında Almanya'nın
Ulm Kentinde doğdu. Harika bir çocuk değildi, tam tersine üç yaşında
konuşmaya başladı. Dokuz yaşında bile daha tam istediği her şeyi söyleyemiyordu.
Anne ve babası onun normal olmadığından korkuyorlardı, ilkokul yıllarında
o kadar ağırdı ki, kendisinin geri zekâlı olabileceğini düşünenler bile
olmuştu. Hatta öğretmenlerinden biri anne babasına; "Oğlunuz ileride
ne olursa olsun, hiçbir zaman başarılı bir insan olamayacak" demişti.
1890-1894 yılları
arasında Münih'teki lisede okudu. Lisede de durgunluğu ve çekingenliği
devam ediyordu. Bir hocası açıkça, "öteki öğrencilere kötü örnek
oluyorsun" diyerek okuldan ayrılmasını istedi.
Babasının işleri kötüye gidince her şeye sıfırdan başlamak üzere ailece
kuzey İtalya'ya göç ettiler. Einstein burada hem okulu bıraktı, hem
de Alman vatandaşlığından çıktı. Bir yıl boyunca müzeleri gezerek sağda
solda dolaştı. Bern'deki İsviçre Federal Politeknik Enstitüsüne girmeye
karar verdi. Botanik, Zooloji ve Yabancı dil derslerinin zayıf olması
nedeniyle giriş sınavında başarılı olamadı. O bir fizikçi olmak istiyordu.
Zürihteki Politeknik okulunun fizik profesörü Jean Parnet ona, "Neden
Fizik gibi güç bir şey seçiyorsunuz? Tıp, Hukuk, Filoloji'ye heves etseniz
daha iyi olmaz mı?" demişti. 17 yaşında o zamana kadar pek ilgi
duymadığı Matematik konularına eğildi.
1896-1901 yılları
arasında Zürih Politeknik okulunda yüksek öğrenim gördü. Einstein burada
da tipik isyankâr halini sürdürdü. Derslere girmiyor, canı ne isterse
onu okuyor, labarotuvarda onu bunu kurcalıyor ve tabi bunun doğal sonucu
olarak hocaların öfkesini üzerine çekiyordu. O, okulun derslerinin zihnini
tıkadığını anlamıştı. Ayrıntılarda boğulmak istemiyordu. Yeni fiziğin
temellerini atan Maxwell Kirchoff, Boltzman ve Hertz'in eserlerini okuyordu.
Sonradan Einstein'in yeni fiziği üzerinde çok değerli çalışmalar yapacak
olan Matematik hocası Prof. Hermann Minkovvsky, ona "Tembel Köpek"
adını takmıştı. Sınıf arkadaşlarından Marcel Grossman'ın tutmuş olduğu
temiz notlar sayesinde iki önemli sınavını güç bela vererek, Matematik
öğretmenliği diploması ile okulunu bitirmişti. Ne var ki Profesörlerinin
düşmanlığını kazanmış olduğundan onu üniversitenin öğretim kadrosuna
almadılar.
Babasının iş takibi sonucunda Bern'deki Patent bürosunda ölçme ve deney
elemanı olarak üçüncü dereceden bir memur statüsünde işe girdi. Burada
düşünmeye ayırabileceği bol vakti oluyordu. 1903 yılında Sırbistanlı
Nileva Mariç adındaki bir fizik öğrencisiyle evlendi. Fakat bu evlilikten
umduğunu bulamadı. Bir dostu bir gün onu ziyarete gitmişti. Durumu şöyle
anlatır: "Evin kapısı açık durumda. Çünkü biraz önce silinmiş olan
koridorla, koridora asılmış, yıkanmış çamaşırlar kurumak zorundaydılar.
Bir eliyle çocuk arabasını sallıyordu. Ağzında çok kötü bir puro vardı.
Öteki elinde de açık bir kitap tutuyordu. Soba da feci surette tütüyordu.
Einstein buna nasıl tahammül edebiliyordu?
Buna rağmen belki de Einstein'i hiçbir üniversite profesörünün asistan
olarak yanına almaması bir şanstı. Zira o zaman O başkalarının düşünceleriyle
ilgilenmek zorunda kalacak ve bütün zamanını kendine hoş gelen düşüncelere
ay ıra maya çaktı. O ancak yalnız bırakıldığı zaman büyük şeyler yapabilirdi.
Bu yüzden çalıştığı patent dairesi tam ona göre bir yer olmalıydı. İki
arkadaşı ile sık sık bir araya gelip her konuda tartıştıkları bir okul
kurmuşlardı. Okulun adı "Olimpia Akademisi"ydi. Manch, Poincare
gibi bilim filozoflarını, Mili, Hume, ibn-i Rüşd ve Cervantes'i okuyorlardı.
Einstein öğretim
hayatında ne kadar güç ve yavaş ilerlemişse sonraları, bilimde her biri
büyük bir devrim olan düşünceler de aklına o kadar çabuk gelmeye başlamıştı.
"Beynim benim labaratuvarımdır" derdi. Gerçekten de ta işin
başından beri o hiç deney yapmadı. Sadece başka araştırmacılara ne gibi
deneylerle kendi teorilerini teste tabi tutubaliecekleri-ni gösterdi.
1905 yılında Zürih Üniversitesinde Fizik doktorasına başladı. Aynı yıl
yirmialtı yaşında olan Einstein her biri ayrı bir doktora tezi olabilecek
üç teoriyi "Annalen der Physik-Fizik Dergisi"nin 17. cildinde
"Hareket Eden Cisimlerin Elektrodinamiği Üzerine" başlığı
altında ortaya atıvermişti. Bunlar; Fotoelektrik Etki, Brovvn Hareket
Teorisi ve Özel Relativite Teorisi'dir. Brown Hareketini açıklayan teorisiyle
atomların var olduğunu, hatta atom ve moleküllerin büyüklüğünü hesap
etmeye yarayan formülleri buldu. Bugün her öğrencinin bildiği bu gerçekten,
o zaman dünyanın en büyük bilginleri bile şüpheleniyordu. Böylece atomun
varlığından şüphlenen en inatçı kimseleri bile ikna edebildi.
Fotoejektriksel etkinin açıklamasında, ışığın niteliğini ele aldı. Bütün
fizikçiler ışığın dalgalar halinde yayıldığına inandıkları bir sırada,
ışığın maddeyi etkilediğini gösteren bulgular ortaya çıkınca ışığın
dalgasal hareketinden şüphe etmeye başladılar. O özetle, ışığın Quant
veya Foton denen çok küçük parçacıklar-paketçikler halinde yayıldığını
gösterdi.Einstein'in tipik özelliği, yasak olan şeyleri düşünmekten
cekinmemesiydi. Işık ışınlarının dalga mı, parçacık mı olduğu uzun bir
zamandır fizikçileri uğraştırmış hatta tartışmalara yol açmıştı. Tam
dalga teorisini savunanlar davayı kazanmışlardı ki, birden bire Einstein
diye birisi ortaya çıkıyor "Işığın hem dalga hem parçacık"
olduğunu söylüyordu. On yıl kadar kimse böyle yeni bir teoriden bahsetmek
bile istemedi. Fakat Einstein sonunda haklı çıktı ve bu çalışması için
1921 Nobel Fizik Ödülü verildi.
Onun hayatını yazan W. Clark'ın dediği gibi, O genel rölativite teorisini
geliştirmemiş olsaydı bile yine de yüzyılımızın en büyük fizikçisi unvanını
alacaktı. Gerekten, fizik dergisinde "Hareket eden cisimlerin elektrodinamiği
üzerine" gibi sade bir başlıkla yazdığı bu üç yazı bilim dünyasında
bir bomba etkisi yaptı. Öyle ki bütün fizikçilerin eski düşüncelerini
kökten sarstı. Klasik fiziğin zaman, uzay, madde, enerji gibi temel
kavramları birden bire altüst oldu. Fakat 1921 yılında aldığı Nobel
Fizik Ödülü rölativite teorisi için değil, Fotoelektrik olayına getirdiği
açıklamadan dolayı kendisine verilmiştir.
1907 yılında ünlü formülünü geliştirdi. E=m.c2. Fizikten fazla anlamayan
biri bile bu formülden, küçük bir kütlenin çok büyük olan ışık hızıyla
çarpıldığı takdirde muazzam bir enerjiye dönüşeceğini anlar.
Diğer Fizikçilerin çoğu gibi O da bu formülün atom bombasını gerçekleştirebileceğine
aklı kesmemişti. 1921 yılında genç bir adam onun yanına gelip de atom
bombası yapmak istediğini söylediği zaman, "sizin çalışmalarınızı
inceden inceye gözden geçirmediğim için bana kırılmayınız, zira bunun
imkansız olduğu daha ilk bakışta anlaşılıyor." demişti. Fakat 1939'da
ise büsbütün farklı düşünüyordu. Çok geçmeden bir uçağın taşıyabileceği
büyüklükte, onbinlerce klasik silahın gücüne eşdeğer bir atom bombasının
yapılabileceği" korkusu birçok fizikçiyi sardı. İşte o zaman bu
konuları çok iyi bilen dört uzmanın önerisi üzerine 2 Ağustos 1939'da
Einstein'in ABD Başkanı Roosevelt'e o ünlü mektubunu yazdı.
1909'da Zürih Ün'de Yardımcı Profesör olarak ilk akademik hayata
adım attı. Üniversiteden kendisine profesörlük önerisini atdujmı çalıştığı
bürodaki şefine söylediğinde, şefinin cevabı şuydu: "Benimle"alay
mı edi
yorsun Einstein? Seni kim profesör yapar?"
1913'te Prusya Krallık Bilim Akademisine üye seçildi ve. Berlin'e yerleşti.
Ünlü Kaiser Wilhelm Enstitüsü Müdürlüğüne getirildi. 20 yıl Berlin'de
kaldı.
1916 yılında Genel Rölativite Teorisi üzerindeki çalışmalarını tamamlayarak
"Annalen Der Physik" adlı Alman bilim dergisinin 49. cildinde
yayınladı ve ikinci defa evlendi.
1919-1932 yılları arasında ABD, İngiltere, Fransa, Çin, Japonya,Filistin,
ispanya gibi ülkeleri ziyaret etti.
Birinci Dünya Savaşı onu çok derinden etkiledi ve dış dünya ile ve de
toplumsal adaletsizliklerle ilgilenmeye şevketti. 1922'de Milletler
Cemiyeti'nin "Ortak Düşünsel Çalışmalar Bölümü"ne seçilmiştir.
1932-1933 kışında California Teknoloji Enstitsü'nü ziyaret etmek için
ABD'nde bulunduğu sırada Hitler'in Avrupa'da güçlenmesi üzerine orada
kalmaya karar verdi. Prusya Bilim Akademisinden istifa ederek Princeton
İleri Araştırmalar Enstitüsü'nde profesör olarak görev aldı. 1945 yılında
emekliye ayrıldı. 1949 yılında "Birleşik Alan Teorisi"ni yayınladı.
1952'de İsrail Başbakanı, İsrail Cumhurbaşkanlığı görevini teklif etmişse
de, Einstein bu teklifi geri çevirmiştir.
Einstein bütün keşiflerini 40 yaşına kadar gerçekleştirmiştir. Yaşamının
geri kalan bütün kısmını genel çekim ve elektromağnetizma'yı sentez
eden büyük birleşik alan teorisini bulma çalışmalarına ayırmıştı. Maalesef
çok çırpınmasına rağmen bu amacına ulaşamamıştır (ve halen de hiçbir
bilim adamı ulaşmış değildir). Hatta son sözleri dahi kimsece bilinmemektedir.
Zira kendisine bakan hemşire Almanca bilmiyordu.
18 Nisan 1955 yılında Princeton-New Jersey de öldü.
Einstein, kendisinin de gelişmesinde çok önemli katkısının bulunmasına
rağmen bir türlü Kuantum fiziğine inanamadı. Atom yapısının incelenmesi
için ortaya atılan her kavrama karşıydı. O bir türlü atomun ihtimaller,
istatistiki sayılarla ifade edilmesini kabullenemiyordu. Ona göre evrenin
işleyişinde şans, ihtimal, istatik gibi belirsizliklere yer verilemezdi.
O atomun çekirdek etrafındaki yörüngesinin tam olarak bilinebileceğine
inanıyor, "Tanrı evrenle kumar oynamaz" diyordu. Sonunda sabrı
tükenen Niels Bohr "Tanrı ne yapması gerektiğini bilir" demekten
kendini alamadı. Einstein kendisi hakkında arkadaşlarının Princeton'da
şöyle düşündüklerini nakletmektedir: "Bilimsel konularda inatçı
bir kişiliğe sahip olduğumdan dolayı arkadaşlarımın gözünde inatçı ve
dik kafalı biri olarak tanındığımdan, bana yaşlı kaçık demeye bile başlamışlardı."
Şu kadarı var ki, ömrünün son otuz yılında bir mecnun gibi aradığı,
bulmağa çalıştığı "Birleşik Büyük Alan Teorisi" gerçeğinin
altında onun kainatta çok büyük bir nizamın olduğuna kesinkes inanması
yatıyordu.
Einstein'in hayatı kendisinin de itiraf ettiği gibi politika ve denklemler
arasında geçmişti. İlk politik eylemleri Birinci Dünya Savaşı yıllarında
Berlin'de Profesör iken başlar. Savaş aleyhtarı gösterilere katıldı.
Halkı konulan yasaklara uymamaya çağırdı. Zorunlu askere yazılmaya karşı
halkı cesaretlendirmesi, meslektaşları tarafından hoş karşılanmadı.
Savaştan sonra Uluslararası barış çabalarının geliştirilmesi için uğraş
verdi. Bu da onu arkadaşları arasında sevimsiz yapıyordu. ABD'ne ders
vermek için gitmesi bile politik tavrı yüzünden gittikçe güçleşiyordu.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde, sonrasında artan antisemitizm (Yahudi
aleyhtarlığı), onyedi yaşında Yahudi toplumundan ayrılan Einstein'a
yahudiliğini hatırlattı. Tevrattaki tanrı düşüncesini bile reddeden
Einstein'i Mitler, Siyonizm ülküsüne hizmet etmeye yöneltti. Bütün gücüyle
o zamanki Filistin'de bir Yahudi devleti kurmak için uğraşan İsrail'i
destekliyordu. Düşmanları haklı olarak daha da çoğaldı. Teorileri saldırıya
uğradı. Kişiliğine karşı bir örgüt bile kuruldu. Adamın biri başkalarını
Einstein'i öldürmeye kışkırtmaktan hüküm bile giydi. Sadece 6 dolar
para cezası verildi. "Einstein'a Karşı 100 Yazar" adlı kitap
yayınlandığında görüşü sorulan Einstein, Haksız olsaydım yahnızca bir
tanesi yeterdi" dedi.
1933 yılında Hitler iktidara geldi. Einstein o esnada Amerika'daydı.
Almanya'ya dönmeyeceğini ilan etti. Bunun üzerine Nazi milisleri evini
basıp banka hesabına el koyarken, bir Berlin gazetesi de, "Einstein'dan
iyi haber, Geri gelmiyor" şeklinde başlık attı.
1939 yılında Atom bombasının yapılması için en büyük adımı atmaktan
çekinmedi. Roosevelt'e yazdığı o meşhur mektubunda Amerikalıların Almanlardan
önce Atom silahını geliştirmelerini teklif etti. O zamanlarda O'nun
biricik hedefi Almanya'ydı. Almanlara karşı olan kini biyoğraf Roland
W. Clark'ın tespitine göre delice bir hal arzediyordu.
Bundan sonraki yıllarında nükleer savaşın tehlikelerine karşı kamuoyunu
uyarırken ve nükleer silahların uluslararası denetim altına alınmasını
tavsiye ederken görülmekdedir. Hayatı boyunca barışa yönelik çabalan
bir sonuç getirmedi ve arkadaş da kazandırmadı. Ama siyonizme verdiği
açık destek 1952 yılında kendisine israil Cumhurbaşkanlığının teklif
edilmesine neden oldu. Politika için toy olduğunu söyleyerek bunu reddetti.
"Denklemler benim için çok daha önemlidir, çünkü politika bugün
içindir. Oysa ki bir denklem sonsuzluk içindir" demekteydi.
Uzun süre birlikte çalıştığı Leopold infeld'e sık sık "bir fizikçiden
çok bir filozofum ben" derdi. Einstein'in filozof olduğunu söylemek
yetmez, iki tür felsefe vardır. 19. yüzyıla kadar hakim olan Kant, Hegel
ve Bergson gibilerinin temsil ettiği spekülatif düşünce akla gelir.
Dış dünyanın varlığı ve keyfiyeti bilgimizin kaynağı ve mahiyeti gibi
meseleler bunların tartışma konularıdır. İkinci tür felsefe ise mantıksal
empirizm diye bilinen, "Felsefenin amacı bize bilgi sağlamak değil,
bilimlerin sağladığı bilgi ve kavramları açıklamaktır" diyen filozofların
felsefesidir. Einstein işte bu tür bir filozoftur ve de büyüklerindendir.
Filozofların uzun süre spekülasyomlarına konu oluşturan uzay-zaman ve
geometriye ilişkin problemler Einstein ile birlikte fiziğe mal olmuş
ve ilmi birer nitelik kazanmışlardır. Gerçi bugün fizik ve felsefeyi
birbirinden ayırmanın neredeyse imkansız olduğunu da burada belirtmeliyiz.
Filozofların ciltler dolusu tartıştıkları evrenin başlangıcı, sonu,
maddenin ezeli ve ebedi olup olmadıkları gibi meselelere, bugün fizikçiler
de el atmış durumdadırlar.
Einstein'in çıkış noktası, evrende muazzam bir düzenin olduğuna olan
kuvvetli inancıydı. Bazı bilim adamları matematiksel hiyeroglifler kullanan
yalnız bir adamın, evreni yeniden tanımlamasına inanmayı kabul edemediler.
Fakat, zaman Einstein'i haklı çıkardı. Evrenin kökenini, tarihini ve
biçimini araştıran bugünkü modern kozmolojinin temellerini attı. İspanya'da
yetişmiş Yahudi filozofu Spinoza'dan etkilenmiştir.
1929'da yayınlanan "Dünya'yı Nasıl Görüyorum" adlı eserinde:
"Yaşantımıza giren en güzel şey gizemlidir. Bu tüm gerçek sanat
ve bilimin kaynağıdır. Böyle bir duyguya yabancı kalan, bir an bile
durup hayret edemeyen, ya da evrenin karşısında saygı duruşuna geçemeyen
bir kimse gözleri kapanmış ölüden farksızdır. Hayatın sırrını sezinleme,
korku ile karışmış da olsa, dini duygunun da kaynağıdır.
Erişemeyeceğimiz bir şeyin gerçekten var olabileceğini bilmek, öyle
bir şey ki, sönük melekelerimizin ancak en ilkel biçimlerinde kavrayabileceği
ama gerçekte en yüce bilgelik ve en ışıklı güzellik olarak kendini açığa
vuran Bu Varlık'ın bilgisi ve O'nun verdiği bu duygu gerçek dindarlığın
özünü oluşturur. İşte bu anlamda, yalnızca bu anlamda dine vermiş kişilerin
safında görüyorum kendimi." Yine O "Kainat'ın Yaratıcısına
olan inanç ilmi araştırmanın en kuvvetli, en asil itici gücüdür."
Einstein kendini şöyle tanıtıyor: "Ben tek koşulmak için yaratılmış
bir atım. İşbirliğine ve ekip çalışmasına giremem. Hiçbir ülkeye, devlete,
kişiye, arkadaş çevresine hatta kendi aileme tam bağlanamadım. Bu ilişkilerde
daima bir mesafe kalmıştır. Kendime dönme, içime kapanma eğilimi giderek
güçlendi. Bu tür bir soyutlama kişiye acı çektirir. Ama, başkalarının
anlayış ve sempatisinden uzak kaldığıma pişman değilim. Kuşkusuz bunda
kaybım olmuştur. Ama buna karşılık başkalarının ön yargılarından ve
değerlendirmelerinden bağımsız kalabilme gibi bir kazancım var."
Kimsenin aklına gelmeyen soruları düşünmekten olsa gerek, kendine ve
kıyafetine pek dikkat etmezdi. Sık sık hastalanır, bazı günler ayakkabılarını
çorapsız giyer ve okula da öyle giderdi. İlerleyen yıllarda da bu hırpaniliği
devam edecektir. Karmakarışık beyaz saçları, dudaklarını örten pos bıyıkları
ve hırpani giyimiyle çok tipik bir profesördü.
Einstein'in utangaç ve içine kapalı bir çocukluğu vardır. Hiçbir zaman
başarılı bir öğrenci olamadı. Einstein'in özelliği çok şey bilme değil,
üşünme ve anlama farkıdır. Onun gözünde ideal yaşam dışardan en az (Karışılan
yaşamdır. Otuz yaşına gelinceye kadar gerçek bir fizikçiyle de karşılaşmamıştır.
Bu onun açısından büyük bir talihtir. Böylece çevresinde onun atılımını
köstekleyen kimse olmamıştır. Milyonları etkileyen bu bilim adamı bir
bakıma kimsenin etkileyemediği bir adamdır. Çalışma arkadaşı L. infeld'i
dinleyelim: "1921'de Berlin'e öğrenim için gittiğimde henüz Hitler'in
iktidara gelmesine on iki yıl vardı. Basın ona yükleniyordu. 'Teorisine
güveniyorsa sorularımızı cevaplasın' diye başlık atıyorlardı. Rölativite
Teorisine karşı düzenlenen konferansın ilanları her yerde görülebiliyordu.
Merakımı yenemedim. Bir bilet alarak Solup bitenleri görmek için gittim.
İki profesör hınca hınç dolu salonda ;atıp tutuyorlardı. Rölativite
teorisinin, 'Germen Ruhu'na aykırı olduğunu vs. belirtiyorlardı. Bir
de baktım Einstein'da dinleyici localarında oturuyor, selam verenlere
el sallıyor, arasıra kahkaha atmadan da duramıyordu. Çeşitli gruplar
işi ticarete dökmüş, rölativite teorisini üçbin kelimede .En iyi anlatana
bin dolar vermeyi vadediyorlardı. İşte Einstein'in bu kadar popüler
olmasının iki nedeni buydu; birincisi ona yüklenen profesörlerin çokluğu,
ikincisi de onun renkli kişiliğiydi. Boston Kardinali O'Connel, Rölativite
teorisini dine karşı bir saldırı(!) olarak niteliyordu. Kilise New-ton'un
mekanik evren modelini kilisenin resmi görüşü olarak kabullendiğinden
olsa gerek, Newton'un fiziğini darmaduman eden rölativite teorisini
dine bir saldırı olarak gören bu papaz: "İzafiyet teorisinin, tanrısızlığın
korkunç bir hayaletine benzetmekteydi" Ama Kardinal hazretleri
maalesef tanrısızlık inancının, Newton'un mekanik dünya görüşünden kaynaklandığını,
Rölativite Teorisinin ise yaradılan, genişleyen, kendi üzerine çöken
bir evren modeline yol açtığını bilememişti.
KAYNAK:TANRIYA KOŞAN FİZİK(SADETTİN
MERDİN)
ANASAYFA
|