ÜSTAD CEMİL MERİÇ'İ TÜRK DÜŞÜNCE HAYATINA
YAPTIĞI EMSALSİZ HİZMETLERDEN ÖTÜRÜ RAHMETLE ANIYORUZ...

Kimim
ben?
Hayatını, Türk irfanına adayan , münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi."
sözleriyle tanımlar kendini Meriç.Türk fikir hayatının gizli kalmış
fakat değerini yitirmemiş büyük üstadı.
"Düşünce
dünyasında hiç bir fetih nihai değildir.Hepimiz birer sizifos`uz. Hele
diyaloğun olmadığı bir ülkede...Türk aydınının kaderi , mahpesinde şarkılar
söylemek. Bu lanetler berzahından nasıl ve ne zaman kurtulacağız? Tefekkür
bir arayıştır , içtimai bir arayış." (Jurnal , 18-06-1974)
"Düşünmek , insan üzerine düşünmek mutlaka yasak bölgelerden birkaçına
dalıp çıkmakla olur.Zaten demokrasi ve liberalizm yasak bölgeleri kaldırmak
manasına gelir."(Jurnal,29-04-1964)
"Her dudakta aynı rezil şikayet: yaşanmaz bu memlekette! Neden?
Efendilerimizi rahatsız eden bu toz bulutu, bu lağım kokusu, bu insan
ve makine uğultusu mu? Hayır, onlar Türkiye`nin insanından şikayetçi.İnsanından,
yani kendilerinden.Aynaya tahammülleri yok.Vatanlarını yaşanmaz bulanlar,
vatanlarını yaşanmazlaştıranlardır."(Bu Ülke, 1974)
"Şato
kiliseye dayanıyordu, kilise nass`a.Batı`nın düşünce tarihi akılla naklin
mücadelesi tarihi.Nakil imtiyazların kalesiydi.Üçüncü sınıf , bu asırlık
kaleyi aklın dinamitiyle tahrip etmedikçe hürriyete kavuşamazdı.Hrıstiyanlık,
eski toprak köleleri için karanlık bir mahpesti, maddecilik vaat edilen
toprak; din zilletti, dinsizlik haysiyet.
Burjuvazi iktidara geçer geçmez kiliseyle nikah tazeledi; kiliseyle
yani nass`la.İmtiyazlarını koruyacak bir hisardı nass.Şimdi aklın bayrağını
omuzlamak yeni bir sınıfa düşüyordu, en yoksul , en kalabalık sınıfa.
Mekanist maddecilik , yükselen burjuvazinin kavga silahıydı; diyalektik
materyalizm dördüncü sınıfın kavga silahı oldu.Birincini görevi feodaliteyi
yıkmaktı, ikincinin kapitalizmi.Din avrupa için bir afyondur, bütün
ideolojiler gibi.Avrupa`nın tarihi bir sınıf kavgası tarihidir.Osmanlı
için şuurdur din,tesanüttür, sevgidir.Osmanlı toplumu insan haysiyetine
ve inanç birliğine dayanır.Hegel belki haklı; tarih tezatlar içinde
gelişir.Osmanlı`nın tezatı Avrupa`dır.Batıda maddecilik batılın hisarlarını
yıkan bir dinamit , hür düşüncenin dinamiti; Osmanlı imparatorluğu`nda
maddecilik bir kendi kendini tahrip cinneti.
Avrupa Osmanlı
ülkesine papaz ihraç eder. Hrıstiyanlığa davet için mi? Ne münasebet.
Tek emeli Osmanlı`yı dinsizleştirmektir.Dinsizleştirmek yani etnik bir
toz haline getirmek.Bir kelimeyle: dinsizlik , batı`nın yükselen sınıfları
için ne kadar hayırlıysa , bizim için o kadar meşumdur, onlar için ilerleyiş
bizim için çözülüş ifade eder."
"Kıtaları ipek bir kumaş gibi kesip biçerdik.Kelleler damlardı
kılıcımızdan.Bir biz vardık cihanda, birde küffar...
Zafer sabahlarını
kovalayan bozgun aksamları.İhtiyar dev , mazideki ihtişamından utanır
oldu.Sonra utanç , unutkanlığa bıraktı yerini, " ben avrupalıyım"
demeğe başladı, "asya bir cüzzamlılar diyarıdır.
Avrupa`lı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara ve kulağına : "
hayır delikanlı" , diye fısıldadılar, "sen bir az gelişmişsin."
Ve hrıstiyan batı`nın göğsümüze iliştirdiği bu idam yaftasını , bir
"nişan -ı zişan" gibi gururla benimsedi aydınımız."
12
Aralık 1917'de Hatay Reyhanlı'da doğdu. Hatay Lisesini bitirdi. İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümüne girdi. Öğrenimini tamamlayamadan
Hatay'a döndü. Bir süre ilkokul öğretmenliği ve nâhiye müdürlüğü, Tercüme
Kaleminde reis muâvinliği yaptı. İstanbul Üniversitesi Edebiyât Fakültesi
Fransız Dili ve Edebiyâtı bölümünü bitirdi. Elâzığ Lisesinde Fransızca
öğretmenliği yaptı (1942-45). İstanbul Üniversitesi yabancı diller okulunda
okutman olarak çalıştı (1946). 1955'te gözleri görmez oldu. Fakat talebelerinin
yardımıyla çalışmalarını ölümüne kadar sürdürdü. 1974 senesinde İstanbul
Üniversitesinden emekli oldu. 13 Haziran 1987 günü İstanbul'da vefât
etti.
Cemil
Meriç'in ilk yazısı Hatay'da Yeni Gün Gazetesi'nde çıktı (1928). Sonra
Yirminci Asır, Yeni İnsan, Hisar, Türk Edebiyâtı, Yeni Devir, Pınar,
Doğuş ve Edebiyat dergilerinde yazılar yazdı. Cemil Meriç, gençlik yıllarında
Fransızcadan tercümeye başladı. Hanore de Balzac ve Victor Hugo'dan
yaptığı tercümelerle kuvvetli bir mütercim olduğunu gösterdi. Batı medeniyetinin
temelini araştırdı. Dil meseleleri üzerinde önemle durdu. Dilin, bir
milletin özü olduğunu savundu. Sansüre ve anarşik edebiyâta şiddetle
çattı.
ESERLERİ: Umrandan Uygarlığa (1974), Kırk Ambar (1983) isimli
eserleriyle iki defâ Türkiye Millî Kültür Vakfı ödülünü kazandı. Hint
Edebiyâtı, Saint Simon, İlk Sosyolog, İlk Sosyalist, Bir Dünyânın Eşiğinde,
Bu Ülke, Mağaradakiler, Bir Fâciânın Hikâyesi, Işık Doğudan Gelir ve
Kültürden İrfana başlıca eserleridir.
Aldığı ödülleri: Kırk Ambar adlı eseriyle "Türkiye Millî Kültür
Vakfı" ödülü, Ankara Yazarlar Birliği Derneğinin"Yılın Yazarı", Kayseri
Sanatçılar Derneğince, "İnceleme", Kültürden İrfana adlı eseriyle, Türkiye
Yazarlar Birliği "Yılın Fikir Eserleri" ödüllerini aldı.
HAKKINDA
YAZILANLAR
Prof. Dr. Ümit Meriç Yazan, babasına gösterilen ilgiyi yorumladı:
Cemil Meriç hayranları
günden güne çoğalıyor
TAKDİM
Artık, Cemil Meriç ismi tefekkürün, çilenin ve bir büyük kültür
abidesinin sembolüdür ülkemizde. Çünkü, yoz ve sığ bir kuşatma ile adeta
bir mağaraya hapsedilmiş olan bizler, Batı’yı da, Doğu’yu da, Hind’i
de, Uzak Doğu’yu da hep ondan öğrendik. O beyinlerimize düşürdüğü “tecessüs”
ateşi ile bizi fikri bir yenileşmeye sevk etmiş, bir kültür ve irfan
uyanışına doğru yönlendirmişti. Eğer o olmasaydı, ne “Bu Ülke”yi böylesine
derinden tanıyabilecek, ne de “Işık Doğu’dan Gelir” fikri ile kendimize
dönebilecektik.
Aramızdan ayrılışının 12. Yılı münasebeti ile, günden güne büyüyen
Cemil Meriç dalgası, Cemil Meriç sevdası, Cemil Meriç ilgisi üzerine,
değerli kızı, sosyolog Prof. Dr. Ümit Meriç Yazan hanımefendi ile sohbet
ettik.
SPOTLAR
Cemil Meriç, bugün 500 bin kişilik bir okur kitlesine ulaşmıştır.
Bir teşbihle söylersek, Cemil Meriç bir çiftçidir, Anadolu bozkırına
düşünce tohumlarını saçmıştır ve o tohumlar şimdi filizlenip boy atıyor.
Cemil Meriç’in okurlar cemaatini tanımak, onların üzerinde durmak
lazım. Artık okurlardan, yazara gitme zamanı gelmiştir. Bu konuda çok
özel gözlemlerim var. Bunlardan en önemlileri, edilen telefonlar, gönderilen
mektuplar ve babamla ilgili anma toplantılarında bir araya gelen genç
nesillerin yaptığı analizler.
“Seni tanımakla başladı her şey. Sen kopardın kızılca kıyameti.
Akıllar seninle durdu. Kara zindanda doğan güneş sendin. Mağaradan seninle
çıktım. Görmeyen gözlerim, seninle görür oldu. Acı çekmek neymiş, fikir
neymiş seninle tanıdım. Şuurumun lambalarını yakan sensin.”
Türkiye projeksiyonsuz yaşıyor. Gelecekle ilgili hiç bir ideali
yok. Halbuki büyük devletleri yüzer yıllık, beş yüzer yıllık, biner
yıllık projeleri, hedefleri vardır. Türkiye günübirlik bir böcek gibi
yaşıyor. Türkiye’nin geleceğini düşünmesi, geleceği üzerine projeksiyonlar
yapması kaçınılmazdır.
OLCAY YAZICI
Bilinen bir gerçek, fakat genç nesiller açısından soruyorum.
Kimdir o fikrin gökkuşağı olan, Batı’yı da, Doğu’yu da bizlere öğreten,
fikrin büyük çilekeşi Cemil Meriç? Onun sadece kızı değil, aynı zamanda
gözü, kulağı olan sizden, bir kere daha rica etsek?
“Gülü tarife ne hacet, ne çiçektir biliriz!” diye bir sözümüz
vardır. Bence artık Cemil Meriç’i anlatmanın, tarif etmenin zamanı geçmiştir.
Çünkü Cemil Meriç, tariflerin ötesine geçmiştir. O eserleri ile bugün
aşağı yukarı 500 bin kişilik bir okur kitlesine ulaşmıştır. Bir teşbihle
söylersek, Cemil Meriç bir çiftçidir, vatan sathına, Anadolu
bozkırına düşünce tohumlarını saçmıştır ve o tohumlar şimdi
onlarla, yüzlerle yeşeriyor, filiz verip, boy atıyor.
Dış dünya Cemil Meriç’i tanımak istiyor
Büyük çileler çekilerek, vatan coğrafyasına dikilen Cemil Meriç
çiçekleri açıyor, diyebiliriz yani?
Evet, diyebiliriz...Bu çiçekler, topraktan çıkmış, boyatmışlardır.
Bu bakımdan Cemil Meriç’in artık okurlar cemaatini tanımak, biraz da
onun üzerinde durmak lazım. Artık okurlardan, yazara gitme zamanı gelmiştir.
Bu okurlar cemaati ile ilgili olarak benim çok özel gözlemlerim var.
Bunlardan en önemlileri de, edilen telefonlar, gönderilen mektuplar,
babamla ilgili anma toplantılarında bir araya gelen genç nesiller.
1997’nin Aralık ayında Tarık Zafer Tunaya kültür merkezinde,
Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi tarafından düzenlenen toplantıdaki
konuşma metinleri İz yayınları tarafından kitaplaştırıldı. Adı ise ilginç,
“Cemil Meriç ve Bu Ülkenin Çocukları.” Bu okurlar cemaati ile iki senedir
temasımızı hiç kaybetmedik. Ayda bir defa toplanıyor, bazen Cemil Meriç’in
eserleri üzerine, Cemil Meriç’ten alınan ilhamla yeni olaylar üzerine
görüş ve fikir alış verişinde bulunuyoruz.
Ayrıca, Tunus Üniversitesi’nin tarih profesörü Abdülcemil Temimi’den,
Cemil Meriç’in Arapça’ya tercümesi için teklif geldi.
Konuşma sırasında babamın adı geçti. Ne yazık ki, müslüman bir
Arap entellektüeli olarak, muhterem babanızı tanımıyorum. Benim gibi
diğer Arap dünyası da maalesef tanımıyor. Türkiye’nin bu kadar önemli
bir yazarını tanımamak, bizler için ayıp sayılır. Babanızı bana biraz
tanıtınız, dedi. Ben de peki dedim ve “Bu Ülke”yi açarak ona, “Kıtaları
ipek bir kumaş gibi keser biçerdik!...” cümlesiyle başlayan bölümü okudum.
Temimi öylesine etkilendi, öylesine beğendi ki bu cümleyi, lütfen dedi,
babanızdan bir seçme yapınız ve onu vakit geçirmeden Arapça’ya tercüme
edelim. Arap dünyası, 20. Yüzyıl Türk kültürünün
yetiştirdiği bu irfan adamını mutlaka tanımalıdır.
Bu münasebetle bir yıldır Cemil Meriç’in Arapçaya çevrilmesi
metinleri üzerinde çalışıyoruz.
Cemil Meriç’e karşı büyük bir ilgi
Ayrıca Türk cumhuriyetlerinde de, Cemil Meriç’e karşı büyük
bir ilgi uyanmaktadır. Cemil Meriç’in, Kazak ve Azerbaycan Türkçesine
tercümesi yolunda da teklifler var. Yani biz belki Cemil Meriç’i dış
dünyaya yeterince tanıtmadık, fakat dış dünya kendiliğinden Cemil Meriç’i
tanımak istiyor, bunun için sınırları zorluyor. Çünkü Türkiye’yi tanımak
demek; bir anlamda Cemil Meriç’i tanımak demektir.
Bu arada Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan bir davet aldım.
“20. Yüzyıl Türk Kültürüne Yön Verenler” başlıklı bir dizi başlatıyorlar.
Şahsiyetler arasında babam Cemil Meriç’in yanı sıra, Mehmet Akif, Peyami
Safa, Necip Fazıl, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Kemal Tahir
gibi isimler de bulunuyor.
Bir şehre, bir köye ve bir mahalleye tek bir Cemil Meriç sevdalısı
bile düşmüş ise, o belde zamanla fikri bir tutuşma yaşayacak demektir...Genç
Cemil Meriç severler kimlerdir? Ne tür mektuplar geliyor size Babanızla
ilgili olarak?...
Cemil Meriç’i tanımak isteği daha çok yurtdışından geliyor.
Türkiye’yi tanımanın, önce Cemil Meriç’i tanımaktan geçtiğine inanıyorlar.
Psikoloji bölümünden mezun bir öğrencinin, Elif Özdemir’in,
babam Cemil Meriç’le ilgili yazdıklarını aktarmak istiyorum. Bir bir
profil çizmek için.
Elif benim öğrencim. 1997 yazında Amerika’ya gitti. Biliyorsunuz
dünyanın en büyük kütüphanesi Washington’dadır. Orada, Türkiye’den yazar
var mı diye araştırmış, bakmış ki, kütüphanede “Hint Edebiyatı” var,
“Bu Ülke” var, “Jurnal” var, “Mağaradakiler” ver, “Işık Doğu’dan Gelir”
var, “Kırk Ambar” var, “Ümrandan Uygarlığa” ve “Sosyoloji Konuşmaları”
var. Yani, seçmeyi bilen her idrak Cemil Meriç’i arayıp buluyor.
Yerliden, evrensele açılmak demek bu olsa gerek?
Evet, evrensellik bu demek...Gelelim, Cemil Meriç’in okuyucular
cemaatine(Ümit hanım özellikle bu kavramı kullanıyordu. Biz de değiştirmedik.)
Bunların içinde yazarlar da var. Cahit Koytak’ın yazdığı ilginç bir
şiir var. Adı “Son Osmanlı.”
Cemil Meriç okurlarını daha yakından tanımak için, Tarık Zafer
Tunaya’daki toplantıya katılan, 17 yaşındaki Şükran Çatak’ın yazdığı
mektubun ilk sayfasını okumak istiyorum:
“Sayın Ümit Meriç Yazan, güzel paylaşımlara, dorukta mutluluk
ve duyumlara vesile olduğunuz için teşekkürler. Kendimi hala bir rüyanın
içinde hissediyorum. Ve oradan sesleniyorum şu an size. Fakat sanırım
her şey gerçek, rüyadaki gibi eksiksiz ve güzel. Ve en önemlisi artık
baş rollerden birini de ben oynuyorum. Sizinle, Cemil Meriç günlerini
paylaştık. Teneffüs ettiğimiz havayı, kitabı, tarihi, heyecanları paylaştık.
Yüreklerimiz tek bir yürek oldu. Beynimizi büyüttük o gün. Yüreklerimizle
birlikte fikirlerimizi, ülkülerimizi, heyecanlarımızı da büyüttük.
Tüm bunları harflere, kelimelere, cümlelere hapsettim. Onları
seslere bağladım. Ben yeni heyecanları da yine seslere, kelimelere kilitleyeceğim.
Benden yeni sesler gelecek kulaklarınıza.”
Cemil Meriç için şeref defteri
Bir de defterim var. Cemil Meriç’in şeref defteri. Defterin
ilk sayfasına 4 Mayıs 1997’de kızıma hitaben şöyle bir şey yazdım:
“Sevgili Hazal, bu defter Cemil Meriç’in fatihi olduğu serdengeçtilerin
defteridir. Ona sahip çık. Çünkü bu liste, sana bırakacağım mirasın
hepsinden daha önemli, daha ölümsüz ve daha anlamlıdır. Deden, bu ülkede
bir düşünce aristokrasisi yarattı. Bu listede onların şeref listesini
bulacaksın...”
Daha sonra bu deftere çeşitli isimler, Cemil Meriç’le ilgili
duygu ve düşüncelerini yazdı. Onlardan birini size okumak istiyorum.
Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğrencisi, Mahmut Çalışır’ın
yazdıkları şöyle:
“Seni tanımakla başladı her şey. Sen kopardın kızılca kıyameti.
Akıllar seninle durdu. Kara zindanda doğan güneş sendin. Mağaradan seninle
çıktım. Görmeyen gözlerim, seninle görür oldu. Aşk neymiş, acı çekmek
neymiş, fikir neymiş seninle tanıdım. Şuurumun lambalarını yakan sensin...Seni
tanıdıktan sonra vatansız, kimliksiz kaldım. Seni tanıdıktan sonra ruhum
boyalı bir kuş oldu. Şimdi ben göçebe bir serseriyim. Havarisiz İsa’yım...Seni
tanımadan önce önümde iki kapı vardı. Biri cinnet, biri ölümdü. Şimdi
üçüncü bir kapı var: O aşk kapısı...Kitaplar yaralarıma şifa olmaz oldu.
Artık ben de karar verdim kitap olmaya. Seninle büyütüyorum acımı, hüznümü
ve kendimi...Ben dergahtan kovulan dervişim. Körler seninle görür oldu.
Sağırlar seninle duydular. Dilsizlerse şimdi hatip.!..”
Bir başka öğrenci, Yusuf Emre’nin yazdıkları
ise şöyle:
“Utanıyorum ismini yazmaktan, fikrin devasa insanı. Bu nesil
adına. Bir sarmaşık gibi sarıldım, aşık olduğum kitaplarına. Bu aşkın
büyüsünü bana kim yaptı? Bilmiyorum. Ama böyle bir büyüye nesil olarak
muhtaç olduğumuzu biliyorum. Sen dünyaya hiç bir zaman kör bakmadın.
Bizler ise açık gözlerimizle kör yaşadık. Yıllarca bilgiye, kültüre
karşı aç yaşadığımız için, hislerimizi de kaybettik. Okumamakla ve kitaba
yabancı kalmakla, en şiddetli zulmü kendimize reva gördük. Ruhaniyetin
karşısında şimdi biz utanmayalım da, kimler utansın? Kazanma adına hiç
bir şeyini boşa kaybetmedin. Seninle bir defa daha, yoklukta varlık
cilvesinin sırrını anladık. Med-cezire maruz kalan sıkıntıların dalgalar
gibi sahilindeki kayalara vuruyor. Ama sen aşınmadan, kızın ellerinden
tutarak, yoluna devam ediyordun. Biz ise kıymetini bilemediğimiz zaman
sermayesinin yokluğundan şikayet ettik durduk. Az da olsa yürüyebilseydik,
duranların haline ağlamayı öğrenecektik. Fakat şimdi kendi halimize
bile ağlayamıyoruz.
Kapalı gözlerinle kitaplara selam sarkıtıyordun. Son anlarında
kapalı şuurunla, Muhammet Sevgilim diyordun. Ağzından çıkan son cümleyi
duyduğumda, iliklerime kadar titrediğimi hissettim. Ağlamadım dersem,
yalan olur. Şuurunun kapalı olduğu bir anda bile, Muhammed Sevgilim
diyordun. Yaşasaydın, söylediğin bu cümle için sana köle olmaya razı
olurdum...”
Bunlar gibi daha yüzlerce mektup var. Bütün bunlar şunu gösteriyor
ki, Cemil Meriç’in Anadolu bozkırına saçtığı tohumlar artık bugün çınar
gibi boy atıyor.
Meriç soyadı siyasetin üzerindedir
Seçim öncesinde siyasi çevrelerden size aday olmak için teklifler
geldi. Fakat, bunları kabul etmediniz. Neden? Siyasete soğuk mu bakıyorsunuz?
Öğrencilerime de söylediğim bir cümle var. O da şudur: Sizler
bütün partilerin üstündesiniz. Kendinizi bir parçaya mahkum ederek,
bütünden vazgeçmeyiniz. Sosyolog bir partinin değil, Türkiye’nin sosyologu
olmalı.
Türkiye kendi kendisini tanımayan bir ülke haline gelmiştir.
Türkiye projeksiyonsuz yaşıyor. Gelecekle ilgili hiç bir ideali yok.
Halbuki büyük devletlerin yüzer yıllık, beş yüzer yıllık, biner yıllık
projeleri, idealleri, hedefleri vardır. Türkiye ise plansız, programsız
ve günübirlik, adeta bir böcek gibi yaşıyor. Türkiye’nin geleceğini
düşünmesi, geleceği üzerine projeksiyonlar yapması şarttır. Yarınla
ilgili planlar bugünden yapılmalı. Eğer bu yapılmazsa, yarınla ilgili
ümitlerimiz de olamaz. Sosyologların bu sahada faydalı olacağına inanıyorum.
Fakat, sosyologlar hükümetlerin değil, devletin sosyologu olmalı...
Konuya dönersek, evet, Meriç soyadının siyasileşmemesi için
siyasete atılmadım. Çünkü o Türkiye’nin bütününü kapsayan kuşatıcı bir
isim. Bu isme saygı göstermek, benim babama karşı bir görevimdir.
Kalemin kutsiyetine inanıyorum
Dünyanın küçüldüğünden ve küreselleşmeden söz ediliyor. 2000’li
yıllarda genel bir dünya devleti kavramı mı ağırlık kazanacak, yoksa
milli kimlikler mi ön plana çıkacak?
Tabii bu sorunuza homojen bir cevap vermek mümkün değil. Çin
ve Türk milleti gibi binlerce yıldan beri süregelen milletler vardır.
Avrupa millet bilinci var. Bir de ayrıca tarih boyunca hiç devlet kurmamış
etnik unsurlar var. Yani globalleşme karşısında milletlerin durumu ne
olacak sorusunun cevabı tek olamaz.
Elbette dünya çok küçüldü. İlk defa bu kadar kısa zamanda milletler
birbirlerinden haber alır hale geldi. Ben bilgisayarıma tıklıyor ve
Avusturya’daki bir profesörle sosyoloji üzerine konuşabiliyorum. Bu
küçümsenecek bir şey değil. Salise farkı ile fikir alış verişinde bulunabiliyoruz.
Bu manada elbette dünya küçüldü. İnsanlar oturduğu yerden, bilgisayar
aracılığı ile uluslararası konferans verebiliyor.
Fakat bu anlattıklarımdan teknolojiyi çok yücelttiğim, övdüğüm
anlaşılmasın. Ben evime bilgisayar almadım. Hatta önce daktilo ile yazıyordum.
Onu da bıraktım. Şimdi sadece elle yazıyorum. Yani kalemin kutsiyetine
inanır hale geldim. Kalem kutsaldır. Çünkü üzerine yemin edilmiştir.
Bilgisayar bir yerde hain bir araç. Bir virüs çıkıyor ve her şeyi, bütün
bilgiyi, emeği sıfırlayabiliyor. Oysa elle yazılan bir kelime yüzlerce
sene silinmeden saklanabilir.
Şüphesiz faydalı bir araç. Fakat ben bugüne kadar bilgisayar
kullanarak, dahiyane bir eser sahibi olmuş tek bir insanla karşılaşmadım.
Fakat insan dahi ise belli şeyleri kullanmak açısından bilgisayardan
istifade edebilir. Zaten dünyanın en önemli bilgileri hiç bir zaman
bilgisayarlara yüklenmez.
Ölçü, değişirken “biz” kalmak olmalı
Toplumların değişmek kaçınılmaz durum. Fakat değişirken toplumun
kendisi kalması, bu ana rengi muhafaza etmesi önemli. Değerli sosyologumuz
Prof. Dr. Mümtaz Turhan hoca, ölçüyü “biz kalarak değişmek ve değişirken
biz kalmak” şeklinde özetliyor. Sizce ölçü ve denge nasıl kurulmalı?
Bunun ölçüsünü, mayasını hiç bir birey koyamaz. Yalnız sosyolojik
kanun olarak bir hakikat var. O da şudur: hiç bir toplum bütünüyle aynı
kalamaz. Ve yine hiç bir toplum bütünüyle değişemez. Yani değişirken
aynı kalır, aynı kalırken değişir. Mümtaz hocanın ölçüsü doğru. Bu bakımdan
hiç bir ideoloji sonsuz, ölümsüz değildir. Tabii ki dinleri bunun dışında
tutuyorum. Söz konusu olan beşeri ideolojilerdir. Beşeri nizamlar ise
daima birbirini aşacaktır. Sosyal hareketleri bir yerde kontrol etmeniz
mümkün olmaktan çıkabilir. Kendi kanununu kendi uygular.
GEÇTİĞİMİZ
AYLARDA YAYINLANAN BİYOGRAFİLER
İLBER
ORTAYLI